OSMANLININ MİLLET BAHÇESİ:KAĞITHANE






Osmanlı devleti denilince genelde tarihçiler şu şekilde özetlerlerdi; Akl-ı selim, Kalb-i selim ve Zevk-i selim. Medeniyet tasavvuru oluştururken en önemli yapı taşları sadece Savaşlar ve anlaşmalar değildir. Sanatta, mimaride yaşayış şeklinde he zaman Zevk-i selim bir toplum olmuştur. Osmanlı toplumunun yaşandı şeklinde hiç şüphesiz önemli yerlerde Mesire ve dinlenme mekanlarıy dı bunlardan en önemlisi Kağıthane’dir Kağıthane tarihi 626 tarihe kadar gitmektedir. Tarihi kaynaklarda Avarların İstanbul’u kuşatması sırasında Avar hanı birliklerini Kağıthane de konuşlandırmıştır, Daha sonraki yıllarda da Bizans döneminde Kağıthane deresi önemli bir bölge olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman devrinde de şehzadelerin sünnet düğünleri içinde kullanılan bir yer olmuştur.
Kağıthane asıl gelişmesini XVII. yüzyılın ilk yarısında III. Ahmet zamanında Lale devrinde geçirmiştir. Osmanlı tarihinde peyzaj mimarlığı ve bahçe sanatının zirvesi diyebileceğimiz Lale devri  en mükemmel örneklerini Sadabad Sarayı olmak üzere fiskiyeler ve çağlayanlar oluşturulmuş, çeşit çeşit çiçeklerle ama en çok lalelerle donatılmış bununla alakalı Evliya çelebi  ‘’Buradaki lalezar mesiresi’nde Kağıthane lalesiyle meşhur lale-i günegün’den bahsederek lale vakti buraya gelenlerin aklı perişan olur diye yazmıştır. Lale ve Allah kelimelerinin aynı harflerle yazılması, ve ebced değerlerinin aynı olması bu çiçeğe kutsiyet atfedilmesine neden olmuştur.
Doğal bir çayırlık olan Kağıthane Vadi tabanlı su kıyısı olan kordon gibi dere boylarını takip etmesi ile ortaya çıkan bir görünümdeydi. Gürgen, Çınar, kızılağaç, söğüt, ardıç ağaçlarının doğal olarak kümelenmiş vadiyi kuşatan dik sırtlar ve tepeler, maki vb. toplulukları ile kaplı idi. Bodur, yaprağını dökmeyen meşe, funda, defne, ladin, erguvan gibi ağaçların bulunduğu Kağıthane adeta rengarenk bir ormanı anımsatıyordu
 Kağıthane’nin çiçekleri meşhur olduğu kadar tarihi eserleri de meşhurdur Kaynaklara göre 170 tane eserin yapıldığı söylenmektedir. Ancak Patrona Halil isyanın da  120 köşkün yakıldığı söylenmektedir.
Kağıthane’nin eski ismi de esas itibariyle ‘’Sa’dabad’’ ( mutluluk veren mamur yer ) anlamına gelmektedir. Burası sadece Osmanlı toplumun gelerek vakit geçirdiği yerler değildi, elçi kabul törenlerin gibi diplomatik ilişkiler yapılırdı. Osmanlı divan edebiyatının en ünlü şairlerinden olan  Nedim’in şiirlerini ve ünlü bestelerini burada okuduğu bilinmektedir. Lale devrinin en önemli simgelerinden olan Sadabad sarayı 1722 yılında Kağıthane deresi kenarında inşa ettirilmiş Bu saray Osmanlının ilk büyükelçisi yirmisekizinci Mehmet Çelebi’nin paris’ten getirdiği saray ve bahçe planları ile Osmanlı-Acem mimarisinden esinlererek yapılmıştır. Ancak bu yapı Patrona Halil isyanında tahrip edilmiştir.


Daha sonra 1809’da II.Mahmut,1862’de ise Sultan Abdülaziz tarafından aynı alana saraylar inşa ettirilmiştir. Saray mimarisi haricinde Köşk,Cami,Çeşme,köprü gibi birçok mimari eser yapılmıştır.  En güzel örneklerden olan çadır köşkü Sadabad Sarayı ile birlikte III.Ahmet döneminde inşa edilmiş bir seyir köşküdür Ancak daha sonraki yıllarda II.Mahmud harap olan bu köşkü tamir ettirir. Kağıthane içerisinde bulunan başka bir köşkte Sultan Abdülaziz döneminde yaptırıldığı bilinen Koşu köşküdür. Koşu köşkü, Kağıthane’de yapılan meşhur at yarışlarının başlangıç noktasıdır bu yarışlar Sadabad sarayı önünde biterdi.
Kağıthane bölgesinde Osmanlı zerafet ve sanatını yansıtan saray ve köşkler varken camilerde es geçilemezdi 1722 tarihinde Sadabad sarayı ile birlikte yapılan Sadabad cami yine Patrona halil isyanında zarar gören yapılardan olmuştur. Ancak  III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde yeniden inşa ettirilmiştir. Günümüzdeki şeklini ise Sultan Abdülaziz vermiştir .Doğal su kaynaklarının olduğu Kağıthane bölgesinde birçok ta çeşme yaptırılmış Sultan III.Ahmetin Çeşme-i nur,II.Abdulhamit çeşmesi, İmrahor çeşmesi gibi yapılar yine Kağıthane bölgesi hareketlendiren eserler olmuştur. Bu bölgede karakol terfi istasyonu ve sıbyan mektebi gibi yapılarda bulunmaktaydı.
Tanzimat Fermanı’ndan sonra eğlence anlayışımız da değişmeye başlamıştı. Müzik aletlerine Batı kökenli piyano ve flütün katılması ile umuma açık yerlerde kadın-erkek bir arada yapılan eğlenceler ilk bakışta göze çarpan değişikliklerdendir.

Bu asırda Mısır ricali 1850’den sonra, özellikle Boğaziçi’nde düzenledikleri eğlencelerle Batılı yaşamın taşeronu olmuşlardı. Bunların Boğaziçi’ndeki geniş ve müreffeh yalılarda-köşklerde masalsı âlemler düzenlemeleri ve bu âlemlerdeki israf, bir yerde zenginin zengine kibri-azameti olarak görülebilir. 19. asrın sonlarında giderek halk da bunlara uymuştu. Kahvehaneler, gece kulüpleri, sinema ve tiyatro binalarına da bu asırda rastlayabiliriz. Özellikle tiyatronun, kültürel hayatımızda ve zihnî dönüşümde belirgin tesirleri olmuştu. Bu asırda; meyhane ve gazinolarda âlem-i âb tesmiye edilen içki tüketiminin oldukça arttığını görüyoruz. İçkili eğlenceler daha çok batılı hayatın yaşandığı Beyoğlu gibi muhitlerdeki meyhanelerde ve mesire alanlarında küçük gruplar hâlinde yapılırdı. Daha sonraları kendimize mahsus bir hayattan beslenen eğlenceler gittikçe azalmış, cemiyet hayatımızdaki değişme-bozulmayı müteakip eğlencelerimiz de faydadan hâlî hâle gelerek âdeta kendi kendimizle beraber etrafımızdaki her şeyi tüketir bir mâhiyet arz etmeğe yüz tutmuştu.
MEHMET SANCAK

Yorumlar

Popüler Yayınlar